Kendi gerçekliğimizi yarattığımıza inanmamıza ramak kalmış.
En azından dilimiz öyle söylüyor da, eylemlerimiz ne diyor?
Çekim yasasıyla istediklerimizi yaratmak, hikayenin asıl
kısmını boş bırakıyor. Sonra da “ neden bunlar başıma-başımıza geliyor”
deniliyor. Oysa karanlığımızla yüzleşmeliyiz. Aydınlıktan ibaret değiliz
dünyada. Karanlığımızı fark edip dönüştürmek için buradayız. Lay lay lay ışık,
sevgi diyerek ne çok şey bastırılıyor. Muhabbet kuşları gibi sürmüyor ama yaşam.
Bak dışarıya; kavga, kıyamet… Duygu adına duygusuzlaşıyoruz. Karanlığımızı
görelim, yüzleşelim, dönüştürelim. Yüzyıllardır saklandığımız karanlık bir
nimet aslında, yarım bırakıp yemediğimiz ekmek gibi peşimizde koşturan…
İşte tam da bu yüzden dönüp bakalım. Kaçtığımız nedir, nedir
bu kadar korktuğumuz, korkmaktan dahi korktuğumuz ve yok saydığımız?
Günlük eylemlerimiz aslında karanlıklarımızı gösteriyor
gayet net! Ama her köşe başında satılan
süslü cümle kılıflarıyla, örtüyoruz üstünü… “Bak yeni aldım bu cümleyi,
nasıl?” diyerek, içselleşememiş yığınla cümleyle sarıp sarmalıyoruz kendimizi.
Bilgeliğe dönüşemeden güdük kalmış cümlelerle selamlıyoruz birbirimizi… Hiç
yoktan iyi ama değil mi? Eskiden bu da yoktu… Ne kadar farkındayız peki
kurduğumuz her cümlenin gerçekliğimizi yarattığının? Altını dolduramadığımız
cümleler tokat gibi bir deneyim olarak karşımıza çıkarken, ne Bukovski
yanımızda, ne Niçe, ne Mevlana, ne de Buda… Ama güzel cümleler vesselam…
Kriz zamanlarında gerçek kimliklerimiz ortaya çıkıyor. O
an’a vereceğimiz tepki, vermemiz gerektiğine inandığımız ya da özlü cümlelerle
açıkladığımız tepkiyle ne kadar örtüşüyor?
Asalım, keseli, öldürelim, penisini kopartalım, “hapisteki
ağabeylerimiz cezalarını verir onların” cümleleri ruhunuzu ne kadar karşılıyor?
Hapisteki ağabeyler mi? Ne kafa karıştırıcı, ne korku yaratıcı, ama ne
şirinlikle söylenmiş bir cümle… Öfke o kadar kör ediyor ki gözleri…
Karşı olduğunuz şiddetin aslında ta kendisi olduğunuzu
görüyor musunuz? Herkes gerekçelere sığınırken, başka bir pencereden bakma
ihtiyacı dahi hissetmiyor. Çünkü haklılar! Her kim olursa olsun, hangi
düşünce-dil-din-ırk-cinsiyet hiç fark etmiyor. Kendi haklılığının esiri olmak,
hepimizi bağlıyor… Günlük hayatlarımıza bakalım… Gerçekten savunduğumuz gibi adaletli
miyiz? Savunduğumuz gibi dürüst müyüz?
Eşit miyiz?
Kendi karanlığımızla
yüzleşirken ve dönüştürürken fark ediyoruz bu ülkeyi, bu dünyayı bizim bu hale
getirdiğimizi… Öldürülen, tecavüze uğrayan insanlara tepki vermeyerek, açlık
sınırında yaşamaya susarak, birileri bizimle alenen dalga geçerken tv
ekranlarında, boş vererek…
Kendimizi bil’mediğimiz için geliyor tüm bunlar başımıza…
Varlığımızı dahi fark etmediğimiz ve onurlandırmadığımız için… Yüzyıllık Yalnızlık’
ta olduğu gibi birden kaybolmayı mı bekliyoruz, hiç olmamışız gibi?
Şimdi zorla da olsa dönüştürülüyoruz. İyice gözümüzü
çıkarmaya başlayan adaletsizlik karşısında susmak zor geliyor. Daha her şeyin
başındayken, ilk fark ettiğimiz anda yapmadığımız her şey, tepki vermediğimiz
her olay çığ olup üzerimize düşmek üzere… Bize dokunmayan yılanlar binlerle
yaşıyor ve artık hepimize yetecek kadar çoklar…
Hadi, hareket zamanı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder